Blog, Düşünce

İnsan ve Mekân Bağına Kişisel Bir Bakış

18 Mart 2017

2016 benim için yıkım dolu bir yıldı.

Neden…

İstanbul Bahçelievler'de büyüdüm.

Fikret Yüzatlı İlköğretim Okulunda ilkokulu, Bahçelievler Lisesinde liseyi okudum. Bizim semtin bütün çocukları gibi Adnan Menderes Anadolu Lisesinin bahçesinde basketbol, futbol oynadık. Zaman zaman da biraz daha uzak Kazım Karabekir İlkokulunun bahçesinde eğlenirdik.

2016’da bu 4 okul da yıkıldı!

Bu mekanlarla muhabbetim şöyle kabaca 1994 – 2004 arasıydı diyebilirim.

Hala aynı bölgede oturuyorum.

Şehir veya ilçe değiştirme planım yok. Çocuklarımda aynı bölgede büyüsün istiyorum. Yıllanmış olmanın güveni veya kültürel muhafazakarlık bir sebep olabilir ama en temeldeki gerekçem; bölgeyi sevmek.

Peki, okulların yıkılması neden önemli bu kadar?

Akademik kaynaklarda “İnsanın Temel Tecrübe Türleri” başlığı altında insanın “mekân, sosyal ve duygu” alanı kavramlarına değinilmektedir. * Duygu kavramı, mekân kavramıyla özdeşleşince ortaya “aidiyet” gibi günlük kullanımda basit ama insan psikolojisinde önemli bir yer tutan kavrama erişiyoruz. Öyle ki, insan bir mekâna bağlılık hissetmezse eksik kalır. Sürekli yer değiştiren ailelerinin çocukları toplumda çoğu kez ayrı bir yerde değerlendirilmektedir. “Memleket” kavramı olan bireylerse başka bir bağlamda hayatı algılamaktadır. Büyüklerimizin “memleketlerinde” çocuklaşmasını, heyecanlanmasını, tazelenmesini başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki?

“Herkes için kendini bir parça açıklayan ve tanınmasına yardımcı olan bir mekândan söz edilebilir. Üstelik başlangıçta çeşitli amaçların gerçekleştirilmesine yarayan bu mekânlar zamanla, insan için basit bir barınaktan, iş yeri, arazi parçası veya doğal güzellikten öte bir anlam taşıyabilirler. Yani bir zaman geçtikten sonra ev barınma ihtiyacını karşılayan herhangi bir yer, iş yeri para kazanılan, arazi ekilip dikilen bir alan olmaktan farklı bir anlama bürünür.”**

Mekân ve aidiyet kavramlarını daha derinlemesine incelemek üzere başka bir yazıya bırakarak kişisel tecrübeme devam edebilirim.

Bahsettiğim yapıların önünden hemen her gün geçiyorum.

Yapılan yeni binalara yabancıyım. Mimarisinin görsel güzelliği olmasa da içeriği nedir, bilmem. Belki çok kullanışlıdır, imkanları iyidir, salonları vardır, tuvaletleri yenidir vs. Ama “bana ait” değiller.

Okuduğum lisenin kapısına gitsem, eski sınıfımı göreceğim desem; hani şu ara yola bakan 9/U sınıfını. Camları demirli, iki kapılı, yoldan geçen serserilerin derse karışabildiği sınıfımızı; artık yok.

Lisem sözde var ama hatıralar yok. Daralan açılı top sahası, bahçe merdivenleri, binadan binaya geçilen yapı yok.

İlkokulumun yerinde de durum aynı. Modern ama yabancı bir yapı var. Annelerin çocuklarını beklediği yer, başımı çarptığım kaldırım, kutu kolanın üzerine basıp maç yaptığımız meydan gitmiş.

Kısaca aidiyetim kaybolmuş ve hayata dair en temel bağlarımdan birinde derin bir boşluk oluşmuş.

Betonlaşmaya Bakış

“Buralar çok gelişti Safa.”
“Hayırdır ne oldu?”
“Bak şuraya lüks site, buraya AVM geldi.”

Gelişmenin betonlaşmayla bir tutulduğu en üst düzey yetkililerin "kalbim kırıldı, ucubeler yaptık, oldu işte hay aksi" mealinden içlerinin kan ağladığı yapılar üstte de anlatmaya çalıştığım gibi; geçmişimizle bağımızı koparıyor!

“Bak evladım burada oynardık. Şurada eğlenirdik vs.” diyebileceğimiz nesilden nesile aktarımı kaybediyoruz.

"İnşaat" la gelişmiyoruz "insanlık"tan çıkıyoruz.

Sadece okullar değil; iş yerleri ve konutlarda da tablo aynı.

Bugün Fikirtepe, Ataşehir, Tuzla, Kağıthane, Çobançeşme mantar gibi türeyen binalarla dolu. Ve bu "ucubeler" eminim ki bizim çocukluğumuzdaki gibi anlam yüklenecek bağ kurulacak yapılar değil.

Bu yapılar bizi sadece mekanlara değil birbirimize de yabancılaştırıyor.

Elimize hiç mi fırsat geçmiyor?

Geçiyor.

Örneğin; Ali Sami Yen Stadı yıkıldığında herkes umutlandı; “Mecidiyeköy nefes alır mı, bir park, yeşil alan yapılır mı” diye. Park, ne kelime toprak -sözüm ona- zemin magmaya kadar kazıldı. Arazinin köşesinde kalan -kibar tabiriyle- “el kadar alan” bile değerlendirildi(!)

Bir sonraki hatta birkaç sonraki neslin o bölgelerde toprağa basma şansı yok. 4 katlı bir bina kamulaştırılıp halka kazandırılabilir -ne kadar değerli olursa olsun- ama dikine saplanmış binaları hangi bütçe kamulaştırabilir?

***

Bu yıl Bahçelievler'de 4 okul yıkıldı.

Onbinlerce öğrenci, öğretmen geçmişlerinden koparıldı.

Bizden çok bizi düşünenler tarafından “modernleştirildi.”

İstanbul'da belki bu yıl 100.000 daire yapıldı.

Kilometrelerce kare toprak ve gökyüzü yok oldu.

Ekonomi büyüdü. Zenginler ikinci, üçüncü, beşinci dairelerini aldı.

Alt yapılar yetmedi, elektrikler kesildi, sular akmadı.

18 yaşındaki çocuklar, 10 yaşındaki kardeşlerine benim zamanımda “buralar dutluklu” esprisini yaptı.

Bize de yazı yazıp çayımızı yudumlamak düştü.

Kültür Araştırması Yapmak İsteyenler İçin

İnsan ve mekan arasındaki ilişki sosyal bilimlerin de ilgisini çeken bir konu. Hatta literatürde "topophilia" diye anılıyor. Fransız şehir teorisyeni Henri Lefebvre'nin bu konuda çalışmaları var. Yazarın Türkçe'ye çevrilmiş birçok eseri bulunmakta. Dücane Cündioğlu'nun dersleri veya “Felsefe ve Mimarlık” kitabı aydınlatıcı olabilir. Suha Arın’ın belgeselleri de felsefi derinlik içermesi açısından izlenebilir. Aynı zamanda kısa bir taramayla bazı makalelere erişilebilir. İngilizce bilenler için yabancı kaynaklar da konu hakkında onlarca makale ve eser var.

* İnsanın Mekân Alanı”, “İnsanın Sosyal Alanı” ve “İnsanın Duygu Alanı” kavramlarının oluşturulmasında George Lakoff ve Mark Johnson’un “Metaforlar” kitabında yer alan; “Tecrübenin Üç Farklı Alanı: Mekân Alanı, Sosyal Alan ve Duygu Alanı”6 kavramı yol gösterici olmuştur. (Alıntı)
** Şenol Göka; İnsan ve Mekân, Pınar Yayınları, İstanbul 2001, s. 17–18

 

Safa Zengin 18.3.2017

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: