Edebiyat

Yazarın Ölümsüzlüğü I: Cervantes

19 Ocak 2014

Don Kişot bir asilzade; bir şövalyedir. Hayatı da hisleri gibi karışık; ne olduğundan, kim olduğundan kendi de emin değil. Kesin olan saplantısıdır şövalyelerle dolu hikâyelere. Okuduklarına uyanmak için kıvranır yatağında. “Seyahat” diyen de çıkmamıştır kendisine ama sabah atına atladığı gibi yola koyulur. Düşman kötülerdir ama o sadece kötülere değil; gerçekliğin demir perdesine de çeker kılıcını. Perdeyi yırtmak, yel değirmeni savaşçısı için elbette mümkün olmaz fakat açtığı gedikten yüz yıllar boyunca hayal dünyasının vadileri izlenir.

Cezayir’de esirlikten dört defa özgürlüğe kaçar. Beceremez; kaçmayı da ölmeyi de. Sonra İstanbul’dadır Cervantes, satılacaktır bedenlerin esir pazarında. Bekliyor alıcısını; kölesi olacağı köleyi. Nasıl kurtulmuş bilen yok; şans. Yaralıdır. Şükür ki zihninden değil sol kolundan. İtalya’da kanundan zor kurtardığı elini Osmanlı topundan kurtaramaz. Yetmez, iki de kurşun yüklenir bedenine.

Şairliği bırakıp kalem yerine kılıcı eline alan Cervantes, hiçbir savaş meydanına ait olamaz. Edebiyat kaçağını asker olmak yıldırır, dayanamaz insan öldürmenin kuşattığı duyguların cephesine ve neden sonra Don Kişot, Sancho Panza’yı da alır düşer yollara.

Cervantes bir oraya bir buraya savrulur. Çağının ötesindeki kalemi uygun bir yerde duramayacak kadar zihnine baskı yapar. Önce Cervantes sonra Don Kişot evlenir. Yolda gördüğü çirkin köylü kızına soyluluk kıyafetini giydirir ve yanına alır. Çoğu zaman sefalet, bazen karın tokluğu, Cervantes’in durumunun kara kalem çizimidir.

Don Kişot asla yılmaz, her kaybettiğinde yeniden dener. Zorluklar karşısında vazgeçmek için mazereti yok, dayak yemek içinse sebebi çoktur. Kendisi de bir şövalye olmanın sevdasında olan Don Kişot, “şövalyeler de rezil olur” diye gülümser çaktırmadan okuyucuya. Şövalyeler gerekirse ölür ama dayak yemez. Don Kişot’da bir şövalye ve kıyasıya dayak yer. Olur, mu; olur. Çağın kutsanmışları da halkın bastığı yerde ayak kirletir mi? Don Kişot bu soruya kendine has cevabını verir. Zaten “şövalyeliğin” zırhını kurşun deleli, tüfeğin namlusuna ne sürüldüğünün çok önemi kalmamıştır.

Yolda karşısına çıkanlar ya kapı dışarı ederler, ya da kurduğu dünyaya konuk olurlar. Deliyi kaile almaz ama ondan ders alırlar. Her ders bir macera her macera rüyalar âlemine bir gerçek tuğla. Zırhın içinde neler olduğu pek az bilinir… Don Kişot’un güldüren tarafında hep bir hüzün gizliyse de bunu pek az insan görür.

Cervantes’te at gözlüğü yok ama Sancho’da var. Yazarın kalemi ilerleyen sayfalarda Sancho’ya da akıl verir, yol yürüdükçe zihni açılır. Bilmek istediklerini düşündüğünde; çok gezen mi, çok okuyan mı diye yormaz kendisini. Sadece endişe eder; hayaller gerçek, gerçekler masalsa ne yaparım diye.

Yazar karakteri sevmezse, sevebilmek için onu yerden yere vurur. Hırpalar, silkeler. İliklerine işlemek için gerekirse kemiklerini kırar. Adam olana değin kaleminin çırağı yapar. Olmadı mı, öldürür. Evet, hiç acımadan öldürür karakterini. Kahraman kahrından susar ve romanda hayat bulmak yerine bir silik not olarak kalır. Başaramaz mutlu bir sona giderken tarihin sayfalarında yaşam olmayı.

Don Kişot başarır. Cervantes’in gözüne girer, hemen yanına çeker sandalyesini. Yazarı zorlar. Öyle ileri gider ki roller her manada değişir. İspanyol komedisi beşerin ince eleştirisi olur. Yetmez; çeker kılıcını, hayır kalemini, belki de kılıcını; saplar insanlığın düşüncesinin orta yerine.

Damarlarından meraklı bir coşku akar idrakin o yıllarda. Durmaz fikrin akıntısı hiçbir kutsalın engebesinde, önüne ne gelirse sürer bilinmeyen bir denize. Modern çağın eteklerinde insan mağrur; mitler yıkılır enkaz altında inanç kalır.

Anlam arayışı kaybolmanın sokağında başını ellerinin arasına alıp; çökmüş. Olayın en büyük mağduru “hakikatin” elindense şüphe tutmuştur. Önceleri yoldan karşıya geçmek isteyen çocuk gibi masum. Gözler dolu dolu, yüzü sevimli. Yol aldıkça şüphe büyür, her yeri kaplar ve nihayet hakikat korkar. Bırakamaz şüphenin elini. Bıraksa nereye gidecek bir kere şüphenin ağına düşmüştür. Kaçamaz hiç bir yere. İstediğini alınca şüphe gider… Hakikatle yer değiştirdiği anda alır ceketini ve arkasına bakmadan sokağın sonunda kaybolur; şüphe…

Tüm bunlara karşın insan cinnet getirmez. Zira insanın en insani olmayan yani belki de yine insan olmasıdır. Sarılır bulduğuna. Dindar kutsalına, tüccar servetine, âşıklar tutkusuna… Sancho da Don Kişot’a sarılır. Bu adam çılgın mı? Fark etmez. Hakikati arıyor mu? Yerini biliyor mu? O da fark etmez. Arayışın kendisidir belki de hakikat.

Don Kişot başkaldırır haksızlığa. Cervantes kaldıramaz. Parası yoktur adam yerine konmaz. İsmini alacaklıları iyi bilir, geri kalanı zaten merak dahi etmez. Derken 1605 senesi… Kitab-ı Mukaddes’ten sonra en çok basılacak kitap meydan okur mürekkebiyle kâğıtların er meydanında. Çok okunur, okundukça gülünür. Döneminde romanlar, “kadınların okuması için” diye aşağılanmakta ve ciddiye alınmamaktadır. Don Kişot bunu da sorun etmez, onun için tek gerekli olan şey biraz cesaret, bolca hayal. Gerisi zaten heybede.

1615’te ikinci kitap çıkar. Sancho’da şaşar bu işe. Zararsız deli, dünyayı değiştirmeye çok yaklaşmıştır. Ama son bir düello kalmıştır ince çizginin diğer tarafı için. Düşmanı bellediği Sanson Carrasco ile. Sürekli kaybeden Don Kişot’un şansı bile şanssızlığa kaybetmişken ne yapsın asilzade. Silah düşer, Don Kişot düşer, kader yine sürpriz yapmaz. Kaybeden Don Kişot olunca ceza belli; uyanmak. Gerçekle yüzleş, hayallerini yavaşça olduğu yere bırak, olduğun kişi, ol. Don Kişot uyur Alonso uyanır.

Hayalleri elinden alınan Don Kişot fazla direnmez aldığı nefesi geri vermek için. Yaşlı Alonso, hasta yatağında ikinci kitabın son sayfalarıyla birlikte her şeyini fakirlere ve kimsesizlere bırakır. Tüm çabasına rağmen ne olduğunu çok da anlamadığı dünyaya veda ediverir.

Cervantes de çok durmaz toprak üstünde, kahramanının peşinden bir yıl sonra yola koyulur. 22 Nisan 1616’da “Cervantes öldü” diye yazar tarih sayfaları. Evet, bir yazar daha öykülerini yarım bırakır ve hayallerini yastığının tam ortasına gömer. 400 yıl sonra da olsa okuyucu sitem etmekten geri durmaz tarihin kaçınılmaz sonu getirmesine. Şüphesiz ne desek boş olsa da; bir sanatçıyı, onu okumaktan, anlatmaktan başka yaşatabilecek ne vardır ki yeryüzünde? Yazarın ölümsüzlüğü için elimizde sadece eserleri kalır, geri kalan her şey tozlanır, kaybolur, unutulur gider…

Ve çok perdeli oyunda son sahne, cenaze günü. Tarih törene, doğal davetli fakat pek oralı değil; sadece yazıyor. Sevenleri var ama muhtemel cenaze çok kalabalık değil. Gelenler Don Kişot’u mu, Cervantes’i mi gömüyor şüpheli. Nereye gömdükleri de şüpheli. Zira bilinmez yüz yıllar sonra bile toprağın altına indirilen yazarın mezar yeri. Edebiyat âleminin ölümsüz eserinin yazarı belki de kaybolur Don Kişot’un köyünde. Veya kahramanıyla beraber gezer elden ele dilden dile. Ya da cılız bir kalemin tükenmeye mahkûm mürekkebinde.

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: