Blog, Edebiyat

Metruk Dükkân (Edebiyat Denemesi)

01 Nisan 2017

Bugün mahallemizde her gün yaptığım gibi -düne kadar terk edilmiş olan- metruk bir dükkânın önünden geçiyordum. Yenilenmiş. Camları belki 20 yıllık gazetelerle kaplıydı. Ara sıra geçerken durup okurdum, keyifli de olurdu. Her şeyin zaman karşısında ne kadar önemsizleştiğini, nelerin hararetle tartışılıp unutulduğunu ve kimlerin gözden sessizce kaybolduğunu günümüzle karşılaştırarak görürdüm.

Eski gazeteler tam bir hazine; şarkıcılar, futbolcular, siyasiler, ekonomiler, son teknoloji haberleri… Nereden geldiğimizi görmenin ve nereye kadar gidebileceğimizin ufak vesikaları.

Peki, bugüne kadar neden boş kalmış acaba burası?

Muhtemelen üzerine bir miras kavgası vardır ve miras kalan kardeşler aralarında anlaşamamıştır. Üç kardeş, babalarının malı üzerinde anlaşamayınca da terk edilmiş gibi kalmıştır mekân.

Babaları, zamanında mahalle arası dükkânlar müşteri sıkıntısı yaşamazken terzihane olarak işletmiş yeri. Onlarca seri üretim mağazaları olmadığı; el emeğinin para ettiği zamanlarda çok çalışmış ve kazanmış.

Gel zaman git zaman adam yaşlanmış. Markaların yayılması işleri etkilese de zaten yakını görmekte iyice zorlandığı için işi bırakmış. Gönlü razı olmamış kiraya vermeye veya satmaya. Hem “ne kadar eder ki?” demiş, hem de belki bir gün çocuklar mesleğe dönebilir diye düşünmüş ve dükkânının camlarını gazetelerle kapatmış. Emeklilik hayatı yaşamaya başlamış.

Emeklilik çok yaramamış, giderek azalan yaşama azmi bittiğinde bedeni de bu dünyadan göçmüş. Öğle namazından sonra önünde çay içtiği camiden kalkmış cenazesi. Bilenler, hayırsız evlatlarının üzüntüsünden öldü demişler. Bilmeyenler bir garip cenazedir deyip saf tutmuş. Bilenle bilmeyen ölüm karşısında bir olmuş; haklarını helal etmiş.

En önde saf tutan arkadaşı onun diktiği takım elbiseyi giymiş. Bir düğmesi değişmiş ama elbise hala iyi durumdaymış. Tabutu sırtlayınca aynı düğme yerinden kopuvermiş.

Çocukların hali vakti yerindeymiş. Ama yine de “dükkân kime kalacak” diye kavgaya tutuşmuşlar; insanoğlunun tarihine uygun olarak kendilerinin olmayanı paylaşamamışlar.

Yıllar sonra kardeşlerden en ılımlı olanı, ortanca kardeş ölünce, diğer iki kardeşin “dünya fani” deyip barışması sonucunda “en iyisi dükkânı birine satalım” demişler ve satışa çıkarmışlar.

Dükkânın bu haliyle satılamayacağını düşündükler için çok masraf yapmışlar. Boyayı ucuza getirmişler ama kapılar çok tutmuş. Maliyetini, satış payını ölen kardeşin ailesine öderken hesaptan düşeriz demişler.

Dükkândaki öte beriyi ve dikiş makinasını eskici iki yemek parasına almış. En büyük evlat, eşyalar taşınırken kafede bir arkadaşıyla laflamış, kahve içmiş. Zira toza alerjisi varmış. Küçük kardeşin toplantısı uzamış. “Ne oldu eskici geldi mi” diye mesaj atmış. Görülmüş ama cevap gelmemiş.

Dükkân satılığa çıkınca önce alıcı bulunamamış. Zaten çok da para edecek bir yer de değil. Üç ya da dört ay sonra yandaki tatlıcının sahibi talip olmuş yere. İşleri büyütürsek lazım olur, büyütemezsem çocuklarıma kalır diye düşünmüş. Adamın, biri 6 aylık, 3 çocuğu varmış. Ortancası pek bir usluymuş.

Bugüne kadar metruk dükkânın önünden geçerken camlarına bakardım. Çünkü camlarında "tarih" vardı. Tekerrürünü ibretle okurdum.

Bugün yine dükkânın önünden geçerken bir an durdum.

Bunları düşündüm.

Ama artık durmam.

Muhtemelen.

You Might Also Like

1 Comment

  • Reply Mehmet Salih Yıldız 01 Nisan 2017 at 20:24

    Güzel bir deneme olmuş eline sağlık.

  • Bir Cevap Yazın

    This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

    %d blogcu bunu beğendi: