Blog, İş Dünyası

Kendini Kurum Zannetme Sendromu

14 Ocak 2016

İş hayatında yıllandıkça analizlerinizi genişletebiliyorsunuz. Hele ki inovatif çözümler sunmaya çalışan ve satış politikası olan bir İnsan Kaynakları şirketinde çalışıyorsanız çokça meseleye tanıklık etmek mümkün.

Üst üste edindiğim ve dinlediğim tecrübelerden bir çıkarımda bulundum ve bu yazıyı yazmaya karar verdim; özellikle marka olarak addedilen kurumların bazı çalışanlarında zamanla “kendini kurum zannetme” sendromu nüksedebiliyor.

Biraz daha açayım.

Örneğin; Türkiye’nin sayılı kurumlarından birine gittiniz. Randevu saatinde bir hata olduğunu fark ettiniz. Yönetici asistanına “hanımefendi randevu saati konusunda daha dikkatli olur musunuz?” dediniz. Son derece şık giyimli bakımlı asistandan el-cevap; “çok fazla işimiz var beyefendi oluyor işte” cevabı alabilirsiniz. (Önemli bir şirket sahibinin hatırasından)

Veya sizi anlamsızca bir telaşla sunuma çağırabilirler. Proje bellidir, sunum yapılır. Aylarca dönüş olmaz. O iş başka bir yerden de alınmaz. Hatta unutulur gider. O gün sunum yaptığınız kişilerden biriyle karşılaşırsanız; “efendim bizim kurum böyle ne yapalım her gün 100 tane sunum yapılıyor” mazereti rahatlıkla ileri sürülür. (Sunuma kendilerinin çağırdığı unutulmuştur.)

Sunum hikâyeleri saymakla bitmez. Mesela gidilen kurum yine “marka”ysa iş yapış şeklinize dair bütün detayları ister. Sunum devam ederken “ben burada sonuç göremiyorum” diyebilirler, “neden, nasıl, ne şekilde” sorularıyla detayların kılcal damarlarına inme hakkı bulunur “müşterinin”. İtiraz ederseniz “yani şimdi siz bizim gibi bir kurumun sizden bilgi… inanamıyorum” cevabı alırsınız. (Bilgiler çalınmasa da başka bir sunumda “X firma şöyle yaparım diyor”, diye dağıtılır.)

Buraya kadar bu hareketleri yapanlar asla kurumlar değil; kurumların çalışanları. Tüzel kişi masum…

Bu çalışanlar aynı zamanda siz o kurumda -ısrarla olmayı isteyip- olamadığınız için sizden daha zeki, çalışkan ve yeteneklidir. Her aşamada tavsiye havuzları geniştir.

Devam edelim.

Bir yönetici asistanı. (Osmanlı sadrazamı değil) Hizmet sağlayıcı şirketin Genel Müdür’üne (Avusturya Arşidükası değil) eşittir. Rahatlıkla arar, sekreterine not bırakır, hatta ulaşırsa hesap sorar. İstediği cevapları alamayınca “ne yani şimdi ben bunu X Bey’e böyle mi ileteyim” diye tehdit eder. Hatta hizmet sağlayıcı kurumu bir şekilde sevmezse, “saygıda kusur görürse” işin bozulması için elinden geleni yapar. (Büyük kurumlarda çalışan herkes, genel müdür saygısı görmek isteyebilir.)

Örnekler bol ama bu son.

“ABC Holding ile çalışmayı küçümseyemezsiniz. Biz ödemeleri tam zamanında yaparız. O yüzden şunları da fiyata dahil edin” Bir, kimse holdingle çalışmayı küçümsemedi. İki, ödemeleri zamanında yapmak nasıl bir artı? Üç, fiyata dahil edilmesi istenen hizmeti bedava almış olacaksınız, koskoca ABC holding bedava iş mi ister? (Bu hep yapılır, emin olun kurum politikasında böyle bir şey yoktur.)

Biraz daha ilginçleştirelim.

Elbette üstteki örnekleri yazarken ve daha fazlasını aklımdan geçirirken belli başlı kuruluşları düşünerek yazdım. Kendi yaşadıklarım ve duyduğum tecrübeler çok. Ancak madalyonun diğer yanında o kurumların hiçbirinin sahibinde ya da Genel Müdür’lerinde aynı şeyleri göremezsiniz. Çok rahat muhatap olup hedef odaklı görüşebilirsiniz ve saygı ile karşılanıp, uğurlanırsınız.

Bu sebeplerle “kendini kurum zannetme” bir sendromdur.

Kendini kurumla bütünleştirip hizmet sağlayıcı küçük kurumlara “ders verme, boşa çalıştırma, herşeyi hak görme” bir hastalıktır.

İş başvurusu tarafında da “kendini kurum zanneden” yetkililerle karşılaşmak mümkün. Örnekler daha kötü ve insana saygı trajik durumda. Başka bir yazıda bu konuya da yer vereceğim.

Bütün kurumsal firmaları hedef almadığım ve yaygın bir sorun olduğunu tespit ederek yazıya döktüğüm bu konunun akademik araştırmalara ilham olması dilerim.

14.01.16

 

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: